Endless Art Hotel'de tiyatro ve sanata dair her şey vardı, sevdiğim insanlarla güzel vakit geçirdim, bu beni çok mutlu etti.
Sonrasında orada oturup hoş sohbet eşliğinde çay içtik, çayın tadı sohbetle elbette ki güzelleşir ama sohbet konusu sanatsa tadı damakta kalıyor.
Ama çoğu sanat merkezinde karşılaştığım gibi burda da yangın söndürme araçları, tablo gibi duvara sabitlenmiş.
Hiç düşündünüz mü neden?
Sanat merkezleri insana huzur veren, ufkunu açan nadide yerlerden biridir. Peki böyle yerlere
yangın söndürme araçlarını neden koyarlar, insanlara; güven vermek mi yoksa yangın çıkabilir ihtimalini akıllarından çıkarmamak için onlara korku vermek mi?
Hani Sanat merkezleri huzur veriyordu(!)
Önlem alınması elbette ki güzel bir şey ama bunu insanın gözüne sokarcasına büyük bir tabloymuş gibi dikkat çekici yapmaları çok saçma değil mi?
Muasır medeniyet seviyesine ülke ve millet olarak her alanda ulaşmamız gerekir, Sanat ve kültür de bunlardan biri, o yüzden yapıcı dille eleştirmek gerekir ki yanlışlar düzeltilsin, eksikler tamamlansın.
Cümlelerimi yüce önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün şu sözüyle bitiriyorum
"Yüksek bir insan topluluğu olan Türk Milleti'nin tarihi bir özelliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir."
Bana Ait Her Şey
13 Ocak 2018 Cumartesi
30 Aralık 2017 Cumartesi
Barış Manço Müzesi
Barış Manço, 2 Ocak 1943 tarihinde, Rikkat ve Hakkı Manço çiftinin dördüncü çocukları olarak Moda’da dünyaya geldi. Annesi Rikkat Hanım, Türk Sanat Müziği sanatçısıydı. Aileden gelen yeteneğiyle özellikle ortaokul öğrenimini aldığı yaşlarda müzikle ilgilenmeye başladı. Lise yılları Galatasaray Lisesi’nde başladı.
Müzik hayatına Galatasaray Lisesi’nde adım atan Barış Manço’nun arkadaşlarıyla birlikte kurduğu ilk grubun adı “Kafadarlar”, ikincisi ise “Harmoniler”di. Daha sonra Şişli Terakki Lisesi’ne geçiş yaptı.
Lise yılları bittiğinde Belçika Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi’nde 1963- 1971 yılları arasında resim, grafik ve iç mimari eğitimi aldı. Belçika’da “Lemistgrees” adında, Amerikalı, Belçikalı, İtalyan, Kuzey Afrikalı, İngiliz müzisyenlerden oluşan bir grupta yer aldı. “Lemistgrees”le çalışmalarının sürdüğü iki yıl içerisinde Paris Olympia’da konser verdi. 1966 yılında Paris’te iki 45’lik plak çıkardı.
1970 yılında Türkiye’ye döndüğünde Fuat Güner ve Mazhar Alanson ile birlikte “Kaygısızlar” adlı grubu kurdu. Aranjman şarkılara tepki göstererek Anadolu’dan beslenen pop folk tarzında müzik yapmaya başladı. Onuncu plağı “Dağlar Dağlar” ile büyük bir çıkış yaptı, albüm beş ayda 700 bin adet satışa ulaştı. “Dağlar Dağlar” çalışması, sanatçıya Altın Plak Ödülü’nü de kazandırdı. 1971 yılında Moğollar ile çalıştı. Aynı yıl Kurtalan Ekspres’i kurdu. İlk klibini 1973’te, “Hey Koca Topçu”ya çekti. 1975’te ilk albümü “2023”ü yaptı. 1978'de Lale Manço ile evlendi, Doğukan ve Batıkan adında iki erkek çocuğu oldu.
1980 yılında Altın Orfe’de “Nick The Chopper” ve “Ben Bir Şarkıyım” adlı Bulgar şarkısı ile de altın madalyalar aldı. Yurtdışında birçok TV programına konuk olarak katıldı, birçok ülkede koserler verdi. 1983 yılında Eurovision Şarkı Yarışması’na “Kazma” adlı şarkısıyla katıldı, ancak elendi.
1988 yılının Ekim ayında TRT 1’de çocuk ve aileye yönelik bir eğitim kültür ve eğlence programı olarak başlayan “7’den 77’ye” , 1998 Haziran ayında 370. kezekrana gelerek Türk televizyonculuğunda ulaşılması zor bir rekora imza attı. “Ekvatordan Kutuplar’a” isimli programında ekibiyle birlikte beş kıtada 100’den fazla değişik yöreye giderek 600.000 km.’ye yakın yol kat etti.
Bestelediği 200’ün üzerindeki şarkısı, kendisine 12 altın ve 1 platin albüm/ kaset ödülü kazandırırken, bu şarkıların bir bölümü daha sonra Yunanca, Bulgarca, Arapça, Farsça, Japonca, İbranice, Fransızca, İngilizce ve lemenkçe olarak yorumlandı. Müzik ve televizyon hayatında sayısız ödüller alan Barış Manço’nun 1991 yılında devlet sanatçısı unvanı, yine aynı yıl Hacettepe Üniversitesi Onursal Doktora unvanı, Uluslararası Teknoloji Ödülü, Japonya Uluslararası Kültür ve Barış Ödülü, Belçika Krallığı Leopold II Şövalyesi Nişanı, Fransız Kültür Bakanlığı Edebiyat ve Sanat Şövalyesi Nişanı, Türkmenistan Cumhurbaşkanlığı tarafından verilen Türkmen Vatandaşlığı ödülleri vardır.
Barış Manço, 1 Şubat 1999 tarihinde Moda’da vefat etti.
Müzik hayatına Galatasaray Lisesi’nde adım atan Barış Manço’nun arkadaşlarıyla birlikte kurduğu ilk grubun adı “Kafadarlar”, ikincisi ise “Harmoniler”di. Daha sonra Şişli Terakki Lisesi’ne geçiş yaptı.
Lise yılları bittiğinde Belçika Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi’nde 1963- 1971 yılları arasında resim, grafik ve iç mimari eğitimi aldı. Belçika’da “Lemistgrees” adında, Amerikalı, Belçikalı, İtalyan, Kuzey Afrikalı, İngiliz müzisyenlerden oluşan bir grupta yer aldı. “Lemistgrees”le çalışmalarının sürdüğü iki yıl içerisinde Paris Olympia’da konser verdi. 1966 yılında Paris’te iki 45’lik plak çıkardı.
1970 yılında Türkiye’ye döndüğünde Fuat Güner ve Mazhar Alanson ile birlikte “Kaygısızlar” adlı grubu kurdu. Aranjman şarkılara tepki göstererek Anadolu’dan beslenen pop folk tarzında müzik yapmaya başladı. Onuncu plağı “Dağlar Dağlar” ile büyük bir çıkış yaptı, albüm beş ayda 700 bin adet satışa ulaştı. “Dağlar Dağlar” çalışması, sanatçıya Altın Plak Ödülü’nü de kazandırdı. 1971 yılında Moğollar ile çalıştı. Aynı yıl Kurtalan Ekspres’i kurdu. İlk klibini 1973’te, “Hey Koca Topçu”ya çekti. 1975’te ilk albümü “2023”ü yaptı. 1978'de Lale Manço ile evlendi, Doğukan ve Batıkan adında iki erkek çocuğu oldu.
1980 yılında Altın Orfe’de “Nick The Chopper” ve “Ben Bir Şarkıyım” adlı Bulgar şarkısı ile de altın madalyalar aldı. Yurtdışında birçok TV programına konuk olarak katıldı, birçok ülkede koserler verdi. 1983 yılında Eurovision Şarkı Yarışması’na “Kazma” adlı şarkısıyla katıldı, ancak elendi.
1988 yılının Ekim ayında TRT 1’de çocuk ve aileye yönelik bir eğitim kültür ve eğlence programı olarak başlayan “7’den 77’ye” , 1998 Haziran ayında 370. kezekrana gelerek Türk televizyonculuğunda ulaşılması zor bir rekora imza attı. “Ekvatordan Kutuplar’a” isimli programında ekibiyle birlikte beş kıtada 100’den fazla değişik yöreye giderek 600.000 km.’ye yakın yol kat etti.
Bestelediği 200’ün üzerindeki şarkısı, kendisine 12 altın ve 1 platin albüm/ kaset ödülü kazandırırken, bu şarkıların bir bölümü daha sonra Yunanca, Bulgarca, Arapça, Farsça, Japonca, İbranice, Fransızca, İngilizce ve lemenkçe olarak yorumlandı. Müzik ve televizyon hayatında sayısız ödüller alan Barış Manço’nun 1991 yılında devlet sanatçısı unvanı, yine aynı yıl Hacettepe Üniversitesi Onursal Doktora unvanı, Uluslararası Teknoloji Ödülü, Japonya Uluslararası Kültür ve Barış Ödülü, Belçika Krallığı Leopold II Şövalyesi Nişanı, Fransız Kültür Bakanlığı Edebiyat ve Sanat Şövalyesi Nişanı, Türkmenistan Cumhurbaşkanlığı tarafından verilen Türkmen Vatandaşlığı ödülleri vardır.
Barış Manço, 1 Şubat 1999 tarihinde Moda’da vefat etti.
25 Aralık 2017 Pazartesi
Kuleli Askeri Lisesi
171 yıllık Kuleli Askeri Lisesi, 15 Temmuz'daki darbe girişiminin ardından yeniden yapılanma çalışmaları kapsamında kapatıldı.Resmi Gazete'de yayımlanan 669 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnameyle (KHK) kapatılan askeri liseler arasında, 1845'te kurulan Kuleli Askeri Lisesi de yer aldı.
Her yıl 350-400 öğrencinin kaydolduğu liseden eski genelkurmay başkanları emekli orgeneraller İlker Başbuğ ve Işık Koşaner'in de aralarında bulunduğu komuta kademesinde yer alan çok sayıda asker mezun oldu.
Kararnameyle 171 yıllık eğitim hayatına son verilen Kuleli Askeri Lisesi'nde öğrenimine devam eden öğrenciler, ortaöğretim yerleştirme puanları dikkate alınarak durumlarına uygun okullara kaydedilecek.Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethettiğinde koruluk, manastır ve kule bulunan şimdiki alanda, Yavuz Sultan Selim devrinde manastır yeniçerilere kışla olarak verildi. Alan, zamanla güzel ve süslü bir bahçe haline gelişinden dolayı Kuleli Bahçesi diye tanındı.
Kanuni Sultan Süleyman bahçede yüksek bir kulesi bulunan dokuz katlı ve her katı fıskiyeli havuzlarla süslenen büyük bir kasır yaptırdı.
Kule bahçesi ve etrafı has olarak 3. Ahmet'e verilirken, Bizans devrinden kalan kule ise yıktırıldı. 2. Mahmut döneminde, süvari birlikleri için inşa edilen kışla Kuleli Askeri Lisesi'nin ilk yapısı oldu.
Abdülmecit devrinde, 1843'te kışlanın yarı kagir olarak yenisi inşa edildi. İki tarafına da kuleler yapıldığından kışlaya bu tarihten itibaren Kuleli Kışla denilmeye başlandı.
Kırım Savaşı'na katılmak üzere İstanbul'a gelen Fransız ve İngiliz askerlerinin bir kısmı, Fransa'nın İstanbul Maslahatgüzarı M.Cheferre'nin isteklerine uyularak 1854'te bu kışlaya yerleştirildi.Burası müttefik askerlerin kışla ve hastanesi haline getirildi. Harpte yaralanan ve tedavileri sırasında ölen müttefik askerleri kışlanın kuzeyindeki mezarlığa gömüldü.
Kışla, 1856'da İngilizler tarafından boşaltılırken, çıkarılan kasıtlı bir yangınla tamamen harap oldu. Sultan Abdülaziz devrinde, 1871'de ana duvarları kagir, iç bölmeleri, tavan ve tabanları ahşap olarak iki kat halinde inşa edilerek, kışlanın bugünkü hali ortaya çıktı.
Lozan Barış görüşmeleri ile beraber İngilizler, Kuleli Kışlası'nı boşaltarak Türk makamlarına teslim etti. Böylece okul, üç yıllık aradan sonra, 6 Ekim 1923'te yuvasına taşındı.
Her yıl 350-400 öğrencinin kaydolduğu liseden eski genelkurmay başkanları emekli orgeneraller İlker Başbuğ ve Işık Koşaner'in de aralarında bulunduğu komuta kademesinde yer alan çok sayıda asker mezun oldu.
Kararnameyle 171 yıllık eğitim hayatına son verilen Kuleli Askeri Lisesi'nde öğrenimine devam eden öğrenciler, ortaöğretim yerleştirme puanları dikkate alınarak durumlarına uygun okullara kaydedilecek.Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethettiğinde koruluk, manastır ve kule bulunan şimdiki alanda, Yavuz Sultan Selim devrinde manastır yeniçerilere kışla olarak verildi. Alan, zamanla güzel ve süslü bir bahçe haline gelişinden dolayı Kuleli Bahçesi diye tanındı.
Kanuni Sultan Süleyman bahçede yüksek bir kulesi bulunan dokuz katlı ve her katı fıskiyeli havuzlarla süslenen büyük bir kasır yaptırdı.
Kule bahçesi ve etrafı has olarak 3. Ahmet'e verilirken, Bizans devrinden kalan kule ise yıktırıldı. 2. Mahmut döneminde, süvari birlikleri için inşa edilen kışla Kuleli Askeri Lisesi'nin ilk yapısı oldu.
Abdülmecit devrinde, 1843'te kışlanın yarı kagir olarak yenisi inşa edildi. İki tarafına da kuleler yapıldığından kışlaya bu tarihten itibaren Kuleli Kışla denilmeye başlandı.
Kırım Savaşı'na katılmak üzere İstanbul'a gelen Fransız ve İngiliz askerlerinin bir kısmı, Fransa'nın İstanbul Maslahatgüzarı M.Cheferre'nin isteklerine uyularak 1854'te bu kışlaya yerleştirildi.Burası müttefik askerlerin kışla ve hastanesi haline getirildi. Harpte yaralanan ve tedavileri sırasında ölen müttefik askerleri kışlanın kuzeyindeki mezarlığa gömüldü.
Kışla, 1856'da İngilizler tarafından boşaltılırken, çıkarılan kasıtlı bir yangınla tamamen harap oldu. Sultan Abdülaziz devrinde, 1871'de ana duvarları kagir, iç bölmeleri, tavan ve tabanları ahşap olarak iki kat halinde inşa edilerek, kışlanın bugünkü hali ortaya çıktı.
Kuleli Askeri Lisesi ise "Mekteb-i Fünun-i İdadiye" adıyla 21 Eylül 1845'te bugün İstanbul Teknik Üniversitesi olarak kullanılan Maçka Kışlası'nda kuruldu. Kışlanın tamiri nedeniyle ilk eğitim öğretim yılını, Mızıka-i Hümayun ve Baltacılar dairesi olarak kullanılan Çinili Köşk'te tamamlayan lise, tamiratının bitmesi üzerine Maçka Kışlası'na taşındı.Lise, Sultan Abdülmecit'in de bulunduğu bir törenle 10 Ekim 1846'da ikinci öğretim yılına başladı. 1868'de mevcut askeri liselerin birleştirilmesi kararı alınınca, Kuleli de dahil olmak üzere, dört askeri lise "Umum Mekteb-i İdadi Şahane" adı altında birleştirilerek, Galatasaray Kışlası'na nakledildi.
Daha sonra 1872'de okulların ayrı ayrı öğretime devam etmeleri kararlaştırılınca Mekteb-i Fünun-i İdadiye ve Deniz İdadisi, Kuleli Kışlası'na taşındı. Bu tarihten sonra okul, "Kuleli İdadisi" adıyla anılmaya başladı. Ve bununla bina, kışlalıktan ayrılıp okul haline geldi.Osmanlı-Rus Savaşı (1877-1878) dolayısıyla binanın hastaneye çevrilmesi kararlaştırılınca okul, Pangaltı'daki Harp Okulu binasına taşındı. Savaşın sona ermesiyle lise 1879'da Askeri Tıbbiye İdadisi ile yeniden Çengelköy'deki binasına nakledildi. Mevcudun artması üzerine okul haricindeki sırt üzerindeki okul hastanesi tahliye edilip burası tıbbiyeye tahsis edildi.
Kuleli Askeri Lisesi'nden 1919–1920 yılları arasında firar eden 230 öğrenci milli mücadele saflarına katıldı. Ankara'daki eğitimlerini tamamladıktan sonra asteğmen olarak cepheye gönderilen öğrencilerden 88'i şehit oldu.
Lozan Barış görüşmeleri ile beraber İngilizler, Kuleli Kışlası'nı boşaltarak Türk makamlarına teslim etti. Böylece okul, üç yıllık aradan sonra, 6 Ekim 1923'te yuvasına taşındı.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu'yla 1924'te okul sivil liseye dönüştürülerek adı da "Kuleli Lisesi" yapıldı. Aynı ders yılı sonunda bu uygulamaya son verildi ve okul tekrar askeri liseye çevrildi. 1925 yılında okul "Kuleli Askeri Lisesi" olarak bugünkü adını aldı.
24 Aralık 2017 Pazar
Haydarpaşa Garı
17.yüzyıl Ermeni tarihçilerinden Eremya Çelebi Kömürciyan’ın yazdıklarından, bu bölgenin Bizans imparatorları için şehir çevresindeki en önemli dinlenme yerlerden biri olduğunu ve azizlik mertebesine yükselmiş patrikler için inşa edilmiş bir saray yapısı bulunduğunu öğreniyoruz. Bölgenin ismini nereden aldığına dairse çeşitli rivayetler söz konusu. Bunlardan en akla yatanı ise, 1533’te vezirliğe yükseltilen Hadım Haydar Paşa’nın bahçesi burada bulunduğu için semtin bu adı almış olması. Tarih boyunca yoğun bir yapılaşmaya sahne olmayan bölge, 19. yüzyıla kadar neredeyse bağ ve bahçelerle kaplı bir çayırlık olarak kalmış. Osmanlı, bu bölgeyi dinlenme alanı ve özellikle saray atlarının beslenme yeri olarak kullanmış. Osmanlı’da her yıl bahar aylarında saray atlarının çayıra çıkarılması bir gelenek halini almıştı. Baharın gelmesiyle atlar süslenir ve padişahın önünden geçirilirmiş. Mevsim boyunca kurulan çadırlarda eğlenceler düzenlenirmiş.
Haydarpaşa, ordunun Anadolu seferleri için de bir toplanma yeri olarak kullanılırmış. Bölgedeki en köklü değişiklik 1873’te İstanbul-İzmit demiryolu hattının açılmasıyla yaşanır. Çayırlık alanı ikiye bölen demiryolunun bitiş noktası olan Haydarpaşa Koyu’nun kuzeyine bir gar inşa edilir.
Demiryolu ağının zamanla genişlemesiyle garın önemi daha da artar ve 2. Abdülhamid döneminde talebi karşılayamaz hale gelen garın yerine bugünkü gar binasının yapılması kararlaştırılır. Artık bütün dünyada demir yolları ülkelerin gücünü de simgeleyen ve gösteren kriterlerden olmuştur. Ufukta Hicaz Demiryolu vardır. İstanbul’dan Bağdat’a kadar devam edecek bu mal-ticaret ve insan yolu yeni dönemin projesidir.
Anadolu-Bağdat Demiryolları’nın yapımına karar verildiği zaman, başlangıç noktası alarak Haydarpaşa seçildi ve Haydarpaşa Çayırı’nın şiirsel sessizliği, 24 Ağustos 1871 günü başlayan çalışmalarla bozuldu. Önce geçici olarak bugünkü Haydarpaşa Köprüsü’nün bulunduğu yere küçük bir istasyon binası yapıldı. Bir yandan da Haydarpaşa-İzmit Demiryolu’nun yapımı sürüyordu. Hattın ilk bölümü 1872 yılında hizmete açılırken, o görkemli gar binasından en ufak bir iz bile yoktu.
Demiryollarının Osmanlı ülkesinde inşaası fikri, Osmanlı ve batı ülkeleri açısından farklı kaygılar üzerine bina ediliyordu. Demiryolları Osmanlı açısından, devletin nüfuzunun ülkenin en ücra köşesine ulaştırılması, ülke güvenliğinin sağlanmasında önemli rol üstlenmesi, ülke kalkınmasına katkıda bulunması, yeni toprakların üretime açılması ve ürün çeşidinin artması, ülkede pazar bütünleşmesini ve daha etkin vergi tahsilini mümkün kılması noktasında önem arz ediyordu. Batı ülkeleri içerisinde özellikle İngiltere açısından bakıldığında, sanayi inkılabını önde gerçekleştiren İngiltere’nin ürünlerine kıta Avrupası ülkelerinin giriş yasağı koyması üzerine, İngiltere başka pazarlara yönelme durumunda kalmış, demiryolu sayesinde İngiltere hem kendi ürünlerine yeni pazarlar bulmuş olacak, hem de buraların hammadde kaynaklarından azami ölçüde faydalanması mümkün olacaktı. Diğer batı ülkeleri açısından da benzer kaygılar taşınıyordu.
İlk trenin çalışmaya başlamasından yıllar sonra, 20 Yüzyıl’ın başlarında gündeme geldi. Bu amaçla hazırlanan projeler arasında Alman mimarlar Otto Ritter ve Helmuth Conu’nun eseri beğenildi ve birkaç küçük değişiklikle uygulamaya konuldu. 30 Mayıs 1906 günü başlanan ve Alman Holzman Firması’nın yürüttüğü inşaatın en güç safhalarından biri, denize kazık çakılması işlemiydi. Bina, denizdeki bu kazıklar üstünde yükselecekti.
Yapımına 30 Mayıs 1906 yılında başlanan ve 19 Ağustos 1908’de tamamlanan bu görkemli yapının mimarlığını iki Alman; Otto Ritter ve Helmuth Cuno üstlenir. İnşaat çalışmalarını Anadolu Bağdat adı altında bir Alman şirketi gerçekleştirir. I. Dünya Savaşı’nın yaklaşmakta olduğu o yıllarda Almanlar görkemli bir bina inşa ederek Bağdat’a kadar devam eden tren yoluna verdikleri önemi vurgulamak isterler.
U planlı gar binası dışından bir heybeti yansıtırken u plan içine trenlerin yanaşmasına imkan verecek gibi düşünülmüştür. Yapımda her biri 21 metre uzunluğundaki 1100 ahşap kazık üzerine inşa edilir. Otto Ritter ve Helmuth Cuno Avrupa’da o sırada yaygın olduğu gibi Barok mimarlığından ve Alman Rönesansı gibi üsluplardan etkilenilerek inşa edilen binanın dış cephesinde Bilecik’ten getirilen neme karşı dayanıklı olan dekoratif Lefke taşları kullanılır. Yapım sırasında Alman ve İtalyan taş ustaları kullanılır.
5 katlı yapının her katında bir koridor etrafında sıralanmış ve bugün büro olarak kullanılan odalar inşa edilir. Gar binası bugüne dek iki ağır hasar alır. Bunlardan ilki 6 Eylül 1917’de gerçekleşir. Anadolu’ya gönderilmek üzere depolanan cephane, bir İngiliz ajan tarafından havaya uçurulur ancak çatısı dışında aslına uygun olarak restore edilir. Daha önce şimdiki halinden çok daha yüksek olan özellikle deniz tarafındaki sivri üçgen kesitli olan çatı yüksekliği azaltılarak, kırıklı olarak yeniden inşa edilir.
23 Aralık 2017 Cumartesi
Balat Kızıl Kilise
İstanbul Haliç manzarasının ayrılmaz bir parçası olan Fener Rum Lisesinin devasa kütlesinin eteklerindeki küçük bir kilise, tarih boyunca enteresan olaylara tanıklık etmiştir. Bizans döneminden günümüze kadar ayakta kalan ve hala kilise olarak korunan tek kubbeli kilise olan Kanlı Kilise; halk arasında Moğolların Meryemi kilisesi adıyla da anılır. Onu diğerlerinden farklı kılan kuşkusuz hikayesidir.
Buraya ilk olarak 7. yüzyılın başlarında, Bizans imparatoru Maurikios'un kızı prenses Sopatra ve arkadaşı Eustolia tarafından İstanbul'un beşinci tepesinde bir manastır inşa ettirmişti. Ancak Dördüncü Haçlı Seferinin ardından kurulan Latin İmparatorluğu sırasında manastır yıkılmıştır. 1261'de şehri yeniden ele geçiren Ortodoks'lar o sıralarda artan Anadolu'da Moğol akınlarına karşı önlem olarak 1281'de ise, imparator VIII. Michael'ın gayrimeşru kızı Maria Despina Palaiologina'yı Moğol imparatoru Hülagü'ye, drahoması (çeyizi) ve çeşitli hediyelerle gelin olarak yollarlar.
Bizans devleti iyice güçten düştüğü gibi Venedik istilası sırasında askeri ve maddi gücünü neredeyse sıfırlamıştı. Bu nedenle bilinen en kestirme yol düşmanınla kız alıp vererek akrabalık kurmak ve daha fazla ilerlemesini engellemekti. Bu alışkanlık yaklaşık yüz yıl sonra tekrarlanarak Osman Oğullarından Orhan'ın neredeyse tüm eşleri Bizanslı Ortodoks Rum olacaktır.
Ancak Maria Palailogos henüz yolda iken Hülagü ölüverir. Bunun üzerine babasının yerine tahta geçen oğlu Abhaka ile evlenmek zorunda kalan talihsiz Maria Abhaka'nın da zamansız ölümü üzerine Kontantiniyye'ye döner ve bugünkü manastırı yaptırarak rahibe olur. Bu nedenle kilisenin adı Panaghia Muchliótissa olarak anılmaya başlanır. Muchliótissa moğolların anlamına gelir. İstanbul müslümanlar tarafından ele geçirildikten sonra Fatih tarafından verilen üç günlük yağma sırasında özellikle Fener bölgesinde çok şiddetli çatışmaların yaşandığı rivayet edilir. İstanbul'un en dik yokuşu sayılan bu kilisenin civarında oluk oluk akan ortodoks kanı Haliç'e karışmış ve bu nedenle kilisenin bir diğer ismi Kanlı Kilise olarak kalmış.
Buraya ilk olarak 7. yüzyılın başlarında, Bizans imparatoru Maurikios'un kızı prenses Sopatra ve arkadaşı Eustolia tarafından İstanbul'un beşinci tepesinde bir manastır inşa ettirmişti. Ancak Dördüncü Haçlı Seferinin ardından kurulan Latin İmparatorluğu sırasında manastır yıkılmıştır. 1261'de şehri yeniden ele geçiren Ortodoks'lar o sıralarda artan Anadolu'da Moğol akınlarına karşı önlem olarak 1281'de ise, imparator VIII. Michael'ın gayrimeşru kızı Maria Despina Palaiologina'yı Moğol imparatoru Hülagü'ye, drahoması (çeyizi) ve çeşitli hediyelerle gelin olarak yollarlar.
Bizans devleti iyice güçten düştüğü gibi Venedik istilası sırasında askeri ve maddi gücünü neredeyse sıfırlamıştı. Bu nedenle bilinen en kestirme yol düşmanınla kız alıp vererek akrabalık kurmak ve daha fazla ilerlemesini engellemekti. Bu alışkanlık yaklaşık yüz yıl sonra tekrarlanarak Osman Oğullarından Orhan'ın neredeyse tüm eşleri Bizanslı Ortodoks Rum olacaktır.
Ancak Maria Palailogos henüz yolda iken Hülagü ölüverir. Bunun üzerine babasının yerine tahta geçen oğlu Abhaka ile evlenmek zorunda kalan talihsiz Maria Abhaka'nın da zamansız ölümü üzerine Kontantiniyye'ye döner ve bugünkü manastırı yaptırarak rahibe olur. Bu nedenle kilisenin adı Panaghia Muchliótissa olarak anılmaya başlanır. Muchliótissa moğolların anlamına gelir. İstanbul müslümanlar tarafından ele geçirildikten sonra Fatih tarafından verilen üç günlük yağma sırasında özellikle Fener bölgesinde çok şiddetli çatışmaların yaşandığı rivayet edilir. İstanbul'un en dik yokuşu sayılan bu kilisenin civarında oluk oluk akan ortodoks kanı Haliç'e karışmış ve bu nedenle kilisenin bir diğer ismi Kanlı Kilise olarak kalmış.
22 Aralık 2017 Cuma
İstanbul Oyuncak Müzesi
İstanbul Oyuncak Müzesi 23 Nisan 2005 yılında şair/yazar Sunay Akın tarafından kurulmuştur. 1700’lü yıllardan günümüze oyuncak tarihinin en gözde örneklerinin sergilendiği müze tarihi bir köşkte konumlanmıştır.
Sunay Akın’ın 20 yılda 40’ı aşkın ülkedeki koleksiyonerlerden, antikacılardan ve açık arttırmalardan satın aldığı oyuncaklarla kurulan İstanbul Oyuncak Müzesi dünya tarihini daha eğlenceli, daha akılda kalıcı bir öğrenme yöntemi ile ziyaretçilere sunmaktadır. Örneğin, uzay oyuncaklarının sergilendiği bölümde Ay’a ulaşma çabası, tren oyuncakları bölümünde ise sanayi devrimi oyuncakların diliyle anlatılmaktadır. Müzenin dekoru da bu düşünceyle sahne tasarım sanatçısı Ayhan Doğan tarafından tasarlanmıştır. Müze bir şair tarafından açılmış olması ve bir sahne tasarım sanatçısı tarafından tasarlanmış olması özelliği ile de dünyada bir ilki teşkil etmektedir.
İstanbul Oyuncak Müzesi’nin en önemli özelliklerinden birisi de aileyi bütün üyeleri ile kucaklamasıdır. Müze bu özelliği ile 3 kuşağın birarada vakit geçirebileceği ve ortak mutluluğu paylaşabileceği bir mekandır. Dede/nine, baba/anne ve torun bir zaman makinasında çocukluklarına doğru yola çıkarken, birbirlerine kendi dönemlerini anlatmanın keyfini çıkartırlar. Oyuncak müzesinin koridorları ‘’Bundan bende vardı!’’ cümlesi ile başlayan ve çocukluk hatıralarının anlatıldığı sesler ile çınlamaktadır.
İstanbul Oyuncak Müzesi ile birlikte Avrupa ülkelerinde büyük öneme sahip olan oyuncak müzeleri konusunda ülkemizdeki boşluk tamamlanmış ve İstanbul Oyuncak Müzesi dünyadaki örnekleri arasında önemli bir yere sahip olmuştur. 2012 yılının Kasım ayında İstanbul Oyuncak Müzesi tarafından gerçekleştirilen ve dünyada bir ilk olan TOYCO-2012 İstanbul ( Avrupa Oyuncak ve Çocuk Müzeleri Birliği ) buluşması ilk kez Türkiye’de gerçekleştirilmiştir. Bu sayede İstanbul Oyuncak Müzesi dünyada çocuk ve oyuncak müzeleri birliği kurulması konusunda öncü olmuş, İstanbul’a ‘oyuncak müzelerinin başkenti’ ünvanını kazandırmıştır.
Sunay Akın’ın 20 yılda 40’ı aşkın ülkedeki koleksiyonerlerden, antikacılardan ve açık arttırmalardan satın aldığı oyuncaklarla kurulan İstanbul Oyuncak Müzesi dünya tarihini daha eğlenceli, daha akılda kalıcı bir öğrenme yöntemi ile ziyaretçilere sunmaktadır. Örneğin, uzay oyuncaklarının sergilendiği bölümde Ay’a ulaşma çabası, tren oyuncakları bölümünde ise sanayi devrimi oyuncakların diliyle anlatılmaktadır. Müzenin dekoru da bu düşünceyle sahne tasarım sanatçısı Ayhan Doğan tarafından tasarlanmıştır. Müze bir şair tarafından açılmış olması ve bir sahne tasarım sanatçısı tarafından tasarlanmış olması özelliği ile de dünyada bir ilki teşkil etmektedir.
İstanbul Oyuncak Müzesi’nin en önemli özelliklerinden birisi de aileyi bütün üyeleri ile kucaklamasıdır. Müze bu özelliği ile 3 kuşağın birarada vakit geçirebileceği ve ortak mutluluğu paylaşabileceği bir mekandır. Dede/nine, baba/anne ve torun bir zaman makinasında çocukluklarına doğru yola çıkarken, birbirlerine kendi dönemlerini anlatmanın keyfini çıkartırlar. Oyuncak müzesinin koridorları ‘’Bundan bende vardı!’’ cümlesi ile başlayan ve çocukluk hatıralarının anlatıldığı sesler ile çınlamaktadır.
İstanbul Oyuncak Müzesi ile birlikte Avrupa ülkelerinde büyük öneme sahip olan oyuncak müzeleri konusunda ülkemizdeki boşluk tamamlanmış ve İstanbul Oyuncak Müzesi dünyadaki örnekleri arasında önemli bir yere sahip olmuştur. 2012 yılının Kasım ayında İstanbul Oyuncak Müzesi tarafından gerçekleştirilen ve dünyada bir ilk olan TOYCO-2012 İstanbul ( Avrupa Oyuncak ve Çocuk Müzeleri Birliği ) buluşması ilk kez Türkiye’de gerçekleştirilmiştir. Bu sayede İstanbul Oyuncak Müzesi dünyada çocuk ve oyuncak müzeleri birliği kurulması konusunda öncü olmuş, İstanbul’a ‘oyuncak müzelerinin başkenti’ ünvanını kazandırmıştır.
21 Aralık 2017 Perşembe
Büyük Mecidiye Cami (Ortaköy cami)
Büyük Mecidiye Camii ya da halk arasında bilinen adı ile Ortaköy Camii İstanbul Boğaziçi'nde Beşiktaş ilçesinin, Ortaköy semtinde sahilde bulunan Neo Barok tarzında bir camiidir.
Cami, Sultan Abdülmecid tarafından Mimar Nigoğos Balyan’a 1853 yılında yaptırılmıştır. Oldukça zarif bir yapı olan cami Barok üslubundadır. Boğaziçi’nde eşsiz bir konuma yerleştirilmiştir.Bütün selatin camilerinde olduğu gibi harim ve hünkar bölümü olmak üzere iki kısımdan oluşur.Geniş ve yüksek pencereler Boğaz’ın değişken ışıklarını caminin içine taşıyacak biçimde düzenlenmiştir.
Merdivenle çıkılan yapının tek şerefeli iki minaresi vardır.Duvarları beyaz kesme taştan yapılmıştır.Tek kubbenin duvarları pembe mozaiktendir.Mihrap mozaik ve mermerden,mimber ise somaki kaplı mermerden yapılmıştır ve ince bir işçiliğin ürünüdür.
Cami, Sultan Abdülmecid tarafından Mimar Nigoğos Balyan’a 1853 yılında yaptırılmıştır. Oldukça zarif bir yapı olan cami Barok üslubundadır. Boğaziçi’nde eşsiz bir konuma yerleştirilmiştir.Bütün selatin camilerinde olduğu gibi harim ve hünkar bölümü olmak üzere iki kısımdan oluşur.Geniş ve yüksek pencereler Boğaz’ın değişken ışıklarını caminin içine taşıyacak biçimde düzenlenmiştir.
Merdivenle çıkılan yapının tek şerefeli iki minaresi vardır.Duvarları beyaz kesme taştan yapılmıştır.Tek kubbenin duvarları pembe mozaiktendir.Mihrap mozaik ve mermerden,mimber ise somaki kaplı mermerden yapılmıştır ve ince bir işçiliğin ürünüdür.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)